1 Mayıs 2010 Cumartesi

Çikolataya aşık olmak


Ben çok rüya görürüm. Öyle böyle değil. Uyanırım su içmeye, sonra kaldığım yerden rüyaya devam ederim. Genelde bu denli rüya görmekten sabah başım ağrır ama güzel rüya gördüğüm zaman da film izler gibi olurum ve çok eğlenceli olur. Evet maalesef kafam sadece geceleri çalışmayı tercih ediyor! Üzgünüm ama yapacak birşey yok...

Biraz önce de hoş bir rüya gördüm. Biraz önce dediğim 13.10 civarı kalktığım için yakın bir zamanda bitti rüyam. Evet rüyamda çok fazla çikolata gördüm. Hem de çok fazla çikolata. Ve neredeyse hepsini yedim çikolataların. O kadar güzellerdi ki. İçinde her çeşit çikolatanın bulunduğu altı tane rengi solmuş, ince, işlemeli gümüş tabak vardı. Annem çikolatayı yan tarafta yeni açılan çikolatacıdan almıştı.

Bu arada unutmadan, rüyamın çözünürlüğü o bayıldığımız Chocolate filminin renkleri ve çözünürlüğü ile aynıydı(Neden acaba!). Daha iyi gözümüzde canlandırabiliriz bu şekilde rüyayı. Çünkü ben arada siyah beyaz veya Hatırla Sevgili flashbackleri gibi sarı tonlarda veya düşük çözünürlükte rüyalar görüyorum. Öyle değildi.

Birinci tabağa hasretle baktım ve ilk önce kahve dünyasında da satılan içi böğürtlenli olanı ağzıma attım. Her zamanki gibi mükemmeldi ama işte bildiğimiz gibiydi. Çikolataları birer birer denedikçe, içimdeki melun kıpırtı yukarı çıktı ve kalbim çarpmaya başladı.

Denedim denedim... Tabakların yanında dumanı tüten sıcak çikolata fincanları. Yoğun kakaolu çikolatalar. Sütlü ama üzerine kakao tozu bulanmış olanlar. Çikolata kaplı ananaslar. Ve dolgulu olanlar! 3. ve 4. tabaklarda dolgulu olanlar başladı ve içim gerçeken tuhaf olmaya başladı. Allahım! İçleri ağzımda eriyip eriyip daha sert dışlarına yer bırakıyorlar. Onlar da acayip içli ve duygusal bir ben bırakarak parçalanıyorlar ağzımda. Krema dolguları, çikolata dolguları, karamel dolguları, vişne dolguları. Bana 20 dakika gibi gelen bir sürenin ardından çikolataları aklımdan çıkaramamaya başladım.

Nereye baksam onları görüyordum. Sert olanlar yumuşak olanlar, üstünde eski Aztek uygarlığı resimlerine benzer işlemeleri olanlar birbirini kovalıyordu. Birazdan şaraplar da açılmaya başlandı. Ama yumuşacık meyve şarabı tadında, çikolatayla bütünleşmiş ağzı hiç yormayan şaraplar. Öyle birşey olsa adına gül şarabı derdim. Ama gül reçeli gibi değil bu; karıştırmayın lütfen. Tadının gülle falan alakası yok. Sadece tadını alınca aklınıza gül geliyor. Bu arada ben, Çin restoranlarında verilen bilmeceli kurabiye şeklindeki bir çikolatayı kırıp ağzıma attım.

Hani şu hayatta en çok aşık olduğunuz kızı/erkeği düşünün. Benim oda arkadaşım gibi aşk diye bir şeyin olduğuna inanmayıp dalga geçen arkadaşlar, siz de yattığınız en güzel kız/erkekle, ardından yaptığınız sarılıp uyuma aktivitesini düşünün. O da olabilir, bir sorun çıkmaz. Etraf işte o aşkın yaşandığı anlardaki gibi ışıldamaya başladı birden. Burnuma taze biçilmiş çimen ve heryerde açan çiçeklerin kokuları gelmeye başladı. Ve Ege kıyılarına bütün kışın ardından ilk gelişinizde, taa denize uzak otoyoldan aldığınız zeytin-deniz suyu karışımı kokusu da geldi. "Yanımda olsan bile özlüyorum seni çikolata!" gibi hislerim geldi.

Ben böyle Leyla olmuşken, yan kadrajda oturduğum koltuk uzadı ve 10 metrelik bir gece klübü kanepesine dönüştü. Ve yanlarda oturan abim ve arkadaşları belirdi. Bu arada benim abim yok. Ne alakalar ben de bilmiyorum. Ben onları takmadım tabii ki. Halen havada, olmayan hafif esintinin keyfini çıkarıyorum ama içerdeyim ne esintisi yani. Bahar zamanı yüksek basınç sistemi gelince hani kendinizi çok pozitif hissedersiniz. Hava mükemmeldir ya, ben de öyle sanıyorum odanın basık havasını. Ağzımın her yerinde erimekten bir hal olmuş dolgular, CNN Türk'teki şişko amcanın damak çatlatan lezzet lafı ilk defa anlamlanıyor. Aşk bu olmalı!


Düşünmeye başlıyorum. Tabii rüya olduğunun farkında değilim o an. Yahu ne kadar çok çikolata yedim. Bunlardan sonra nasıl kilo alacağımdan haberim var mı benim? Kendime söylüyorum bunları. Ya o kadar çikolata yedim ki çünkü. O tepeleme dolu altı gümüş tabağın her birinin dibi görünüyor. İçlerinde tek tük çikolata kalmış.

Bırak diyorum sonra içimden. Ona değer. O benim canım. Toblerone halt etmiş benim çikolatalarımın yanında. Ve bu çikolatacının adını öğrenme isteğiyle yanmaya başlıyorum.

Acaba o da filmdeki gibi tatlılıktan ölen bir hanım mı? Çikolata aşkım yavaş yavaş ona kaymaya başlıyor. Ama ya yaşlı bir amcaysa? Bir an önce öğrenmek gerek! Annemi alıp, beni çikolatacıya götürmesini söylüyorum.

Evden çıkıyoruz. Ve birden kendimizi Bağdat Caddesi'ne giderken buluyoruz. Aa havaifişekler patlıyor yukarıda. Ama sesleri bir garip. Birden o havada patlayan şeylerden düşen 1 metre çapında havaifişek renginde yanıp sönen toplar etrafa düşmeye başlıyor. Oha! Yok artık uzaylılar mı geldi bu mudur? Ve kaçmaya başlıyoruz. Bu ikinci kısım çok uzun ve acılı olduğu için anlatmamaya karar verdim..

Uyanınca ilk rüyamı hatırlamak da birkaç dakikamı aldı aslında. Ah çikolata güzel çikolata. Senin adın herşeyden güzel. Kutsal birşeysin sen. Sana balkonda serenat bile yaparım yani. Bu arada aklıma geldi. Shakespeare'in adı nasıl doğru yazılır? İlk önce Shake yazarız. Ardından Spear, yani mızrak, ya da Britney Spears'ın Spear'ı. Sonuna da bir 'E' ekledik mi oldu size Shakespeare. Ne güzel adı var adamın yahu.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder