23 Ocak 2011 Pazar

G.t Olmak


Selam naber okurum?
Tatil oldu yine lan çok seviyorum tatili. Birkaç resmimiz var şimdi bir yerde buldum, bayıldım tam şu not verme arifelerinde. Caroline isimli kardeşim asistanını kafalamaya çalışıyor not için. TA'yimiz de cevap veriyor güzelce. Kız o kadar yüzsüz ki, oha tipe bak kız olarak geleydim şu dünyaya diyorsunuz.
Ben açıkçası asistan olsam ilk satırdan sonra içimin yağı erir gerisini falan da okumazdım mailin de. Nasıl zayıf noktamızdan vuruyorlar hep böyle işte. Yavşak karı!


Todd'cum güzelce olgunca cevabını vermiş. Helal olsun. Ben olsam şu cevabı verirdim hıyar gibi eminim.

Can to Caroline
Caroline,
Çok sağol sözlerin için sen de çok hoş ve alımlı birisisin :). Ya ben çok isterim yardım etmeyi ama inan gerçekten yani valla hiç biz öyle not şey yapamıyoruz. Seni anlıyorum ve kırmak istemem. Ben yine bir hocaya sorayım ama yani gerçekten bilmiyorum ama şey olumsuz olacaktır yani cevabı. Ama inan benimle ilgili değil.
Çok üzgünüm :(

İyi halt ederdim gerçekten de. Öeaaf içim sıkıldı istemiyorum ben de Todd gibi cevap vermek istiyorum. Neyse devam edelim.


Pislik!


Todd tabii adam gibi adam olduğu için makul bir şeyler önermeye çalışmış yavrum.


Yani gerçekten, gerçekten diyecek bir lafım yok. Ben olsam "someone I can do personally" bölümünü yaptırır üstüne de bırakırım sınıfta.

Helal olsun! Kardeşim benim. Düşme tuzağa sakın ama.

"I'd rather assist you" ymuş. Sen kimsin yahu?!! Todd yine idare etmeye çalışmış canım benim dengesi bozulmamış.

....


Hah al işte! Ne oldu lan patladın mı Caroline? Saf manipulasyon amaçlı hareketlerin geri tepti galiba. Ah keşke Todd evine gidip sonra bıraksaydın da neyse. Bu da iyi olmuş. Ders olmuştur artık kıza. Bunları da Todd vermiş College Humor sitesine. Çok da iyi yapmış. Kıza kızdım çünkü karşı cinsin zayıf noktası böyle sömürülmemeli diye düşünüyorum. Ha tabii çoğu zaman alan razı veren razı durumu vardır doğal olarak ama biraz da gururlu olmalıyız bana kalırsa. Burada böyleyse iş yaşamımızda falan neler olacak kim bilir!



12 Ocak 2011 Çarşamba

Gömülmek şezlonglara.. 2 (yazının başı altta ama)



Evet psikolojik bir rahatlama yaşadınız mı? Ben de yaşadım.

Uyanma ve esneme: Saat 15.30 oldu. Bir şeyler yapmak lazım. Öbür sevdiğim kitabı da çok okudum zaten. Çabuk bitmesin o. Ve ben ne yapıyorum? Tabii ki çantamdan Paulo Coelho'nun gerizekalı kitabı Brida'yı çıkarıyorum. Zaten kısa kitap, eğlencelik gidiyor. Kitabımızda genel olarak hiçbir şey olmuyor. Bir mesajı mı var peki? Hayır o da yok. Bir tane cadı olmaya karar veren kız var. Ama gerçek dünyada yani. Kızın sanırım sorunları var biraz. Kendi gibi sorunlu garip birilerini buluyor ormanda! Bu birileri de durmadan bu kıza bir şeyler söylüyorlar. " Ruh çok önemlidir. Her yerdedir. Ama önemli olan ormanın ruhudur. Bir de çölün ruhu vardır. Bunlar 7x24 haberleşirler. Bir de şehrin ruhu vardır. Bunlar hep beraber tek , ortak bir dili konuşurlar." Bu dallamanın kitaplarını önceden okumuş olanlar bunun ne dili olduğunu anladılar eminim. Tabii ki aşkın dilini konuşurlar! İşte sevgili okurum, herif kitap boyunca böyle saçma şeyler söyleyip sonra da her boku bir şekilde aşka bağlamayı başarıyor inanılmaz bir biçimde. "Bizler büyücüleriz ayın büyüsünü yaparız. Kaderini orada bulacaksın sen! Bir de güneşin büyüsü vardır. Mevsimlerin büyüsü de vardır. Ama bunların en önemlisi aşkın büyüsüdür! " Kitabın arkasında da Paulo'nun derin derin bakan suratı var. Siyah beyaz çekilmiş elbette.


Ah shuffle'dan Sezen Aksu'nun 'Bir Başka Aşk' şarkısı başladı. Erkekler işte öyle şarkı yaparsan nah ağlamaz! Melodisi yeter oğlum. Paulo da bir dinlesin bence. Her neyse devam edelim.

Ben yırtıp parçalamadan önce kuzenim gülerek alıyor benden kitabı. Zaten durmadan etrafı izlediğim için baya zaman alıyor kitabı okumak. Haydi biraz gazete okuyayım. Ama kendime sözüm var tatil boyunca hiç gündem takip etmeyeceğim keyfimi bozmayacağım diye. O yüzden işte sabah aldığımız 150 gazetenin özellikle spor haberlerini, magazin sayfalarını, eklerini, Hıncal gibi az gündem yazan adamların yazılarını hatmediyorum. Asparagas transfer haberleriyle huzura eren ruhum çıkıp dolanmaya hazır.

Etrafta dolanma, her önüme gelenle sohbet etme ve yüzen ıslak beyinsiz köpekleri sevme: Saat 6 olmuş abi. Ne ara oldu gerçekten anlamadım. Güneş yavaşça inmeye başladı yukarılardan. Ah rüzgar da artıyor. Uzaktaki türbinler hızla dönüp memleketime elektrik üretiyorlar. Ben de azıcık koyu gezeyim. İnsanlar plajlardan çekilmeye başlıyor yavaştan. Sapsarı minicik çocuklar mamii diye bağırıp taş ötesi annelerini kuma gömmekle meşguller. Rüzgarsız da olsa yine suya çıkanlar yavaştan boardlarını yelkenlerini falan yukarı taşıyorlar. Tabii herkesle bir muhabbet oluyor. "Yarın pis fırtına kopar. Eylül'de buralar çok gitgelli gerçekten. Aa ben de İspanya'ya gidiyorum kışları İstanbul çok kalabalık." Ve binlerce değişik konuşma. Öyle ortak nokta bulunca hemen kanka olunuyor insanlarla ve tatlı ortamlar oluşabiliyor akşamları. Ayrıca etrafta öyle güzel köpekler dolaşıyor ki, sevmekten gebertiyorsunuz pis kuçuyu. Goldieler, sokak itleri, minicik yavrular, buldougumsu şeyler. Sürekli yüzüyorlar ve bazen sörfçülerle çıkıyorlar. Minik yelken ve kalın boardlarla tabii. Yavaş yavaş boardun burnundan millete "Hev hev!" yapıyorlar.

Toparlanma, oyalanma ve koydan ayrılma: 6.30'u geçiyor ve gitme zamanı yaklaşıyor. 7'de de çıkacağız. Çok dağılmışız etrafa o yüzden toplanmak biraz zor iş. Acıkmaya da başladım, of çok mutluyum. Kendimi bir zinde hissediyorum sormayın. Şaka değil yani uçuyorum hafiflikten ayrıca. Hep tekrarladığım gibi bir gıdım terleten nem yok havada. Yarın görüşmek üzere ayrılıp Çeşme'nin muhtelif koylarından birine doğru yol alıyoruz. Deniz kenarında balıkçı+sonsuz meze yapacağız.


Yemek! : Saat 7.45 civarı. Arabayı koyup biraz daha zaman geçsin diye azıcık yürümüşüz. Bacağım biraz yürürken sıkıntı yaratıyor ama geçiyor yani. Tam denizin kenarında bir balıkçıya oturduk. Konsept tam Büyükada veya Cunda konsepti. Bir sürü balık restoranı ve önlerinde garsonları mütemadiyen taciz ediyorlar önlerinden geçenleri. Arka tarafta eski taş evler falan da var tek tük. Hemen mezeye abanıyoruz. Tabağı 5 milyon. Üzgünüm ama öğrenciyiz canım. Bugün gelen taptaze alabalığınızı turistlere satarsınız. Hayvanlar gibi meze alıyorum ben özellikle masaya. Hemen sayayım aklıma gelenleri. Deniz börülcesi, şakşuka, patlıcan ezme, acılı ezme, midye tava, midye dolma, kalamar tava (tam meze değil gerçi), yoğurtlu semizotu salatası, haydari, ortaya kocaman bol zeytinyağlı çoban salata ve aklıma gelmeyenler. Denizin hemen dibindeyiz. Masanın yanından geçen kediye bir tekme geçirip su yollamamak için kendimi zor tutuyorum. Zevkten, mutluluktan hala ölüyorum. Hafifliğime zeval geldi ama çok değil. Her şey zeytinyağlı falan maşallah.


Maçlar!! : Saat 9 oldu. Siteye dönüp eve uğramadan güzel site kantinine geçiyoruz. Bildiğin kocaman restoranlı internet kafeli falan tam Sakız adasına bakan bir yer burası. Evet tatilimizin belki en hoş kısımlarından biri de basket maçlarıydı. Her gün heyecandan ve bizim takımdakiler azıcık adam olunca keyiften patladık. Büyük TV'de bizden başka izleyenler de oluyordu ama ben yorum yapmadan duramadım. Meyveli maden suyumu da içerekten her saniye yumurtladım bir şeyler. Ah evet kazandık. Pis koyduk yine. Yarın daha zorlu takım geliyor haha, ama geçeriz abi.

Eve uğrayıp biraz oyalanıp yatma: 11.30 saat. Artık uyuyalım. Yarın suya çıkacağım. İyi de rüzgar olur demişti akşam konuştuğum tipler. Günün yorgunluğundan olacak hemen uykuya dalıyorum. Sörflü gün ile devam yarın.

İyi geceler çok!

Gömülmek şezlonglara..




Bekir Coşkun'un güzel bir yazısını okumuştum bir keresinde. Teknesine laf etmişler bunun. Sen değil miydin demişler; hayvan aşığı, doğa aşığı, hani teknen karbon salmıyor, denizi falan kirletmiyor mu diye. Hem yılda 15 gün kullanmana rağmen o kadar para veriyorsun. Hiç kıvırmamıştı kardeşim de lafı. Evet itiraf ediyorum öyle ama ne yapayım demişti. Evet üstüne 15 gün biniyorum ama aslında her gün üstündeyim ben onun. Her gece rüyamda açılıyorum ben onla, onunla kaçıyorum uzaklaşıyorum gibisinden. Biraz da kirletsin ne yapayım aq demişti.

Ben onun aynen bu sevgisini şimdi Alaçatı için yaşamaya başladım sevgili okurum. Of Alaçatı of. Alaçatı + Çeşme diyelim. Öyle çok sevdim ki oradaki tatilimi. Şimdi size 1 günümü anlatıyorum valla bayılmıştım ben. Bu arada tatilim geçen yaz yaptığım tatil.




Günlerim 2'ye ayrılıyor ama.

Önce sörfsüz gün:

Sörfsüz günler sevgili okur, havada tek damla rüzgar olmadığında ve dizimdeki sakatlık canımı sıktığında gerçekleşti. Toplamda 10-15 günümün 2 günü böyleydi diyebilirz.

Sabah kalkış: Saat 9! Kahvaltıyı yapıyoruz domatesle peynirle güzel oluyor. Kuzenimin dedesinin yazlığındayız. Gerçekten acayip tatlı, iyi insanlar. Dede eski albay zaten atom saati gibi saniye geçirmeden uykumuzdan uyandırıyor bizi sağolsun. Anneanne de şirin bir insan biraz kendi kendine konuşuyor ama olsun. Ha bu arada daha Ilıca'dayız. Süper bir emekli yazlık sitesinde. Masada Sözcü var klasik. Hohaha diye kopuyorum tabii ilk sayfayı görüp direk. Adamlar resmen içip içip gazete yapıyorlar lan.



Arabaya atlayıp Alaçatı'ya gidiş ( 15 dakika alıyor) : Saat 10 gibi. İlk işimiz tabii ki en sevdiğimiz ağacımızın altındaki şezlongları kapmak. Aylardan eylül ve saatlerden ebesininki olduğu için (ünimizde bu saatte daha uyanmaya 5 saatin oluyor) sorun yaşamıyoruz. En sevdiğimiz ağacımız şöyle bir şey, bu Alaçatı oldukça tepelik olduğu için 5 metre kumun ardından yukarı doğru gidiyor. Caddebostan plajının dibinde asfalt yol var ya hemen tam öyle bir yükseklikte ağaç. Denize bakıyor hemen. Aşağı doğru uzayan garip, batan yaprakları var. Güneşi ayrıca inanılmaz kesiyor. Biz de gölgesinden Fransızları, hehe. Neyse. Altında 4 tane şezlong var yanyana. Tabii ki de 3'ünü biz kaplıyoruz 1'ini de çantalarımız kaplıyor. Şezlonglar ahşap böyle sağlam, üstlerinde ikişer tane hayvanlar gibi yastık Kollarınızı şöyle sonuna kadar açın. Hah o kadar büyüklükte kare yastık bunlar. Kendinizi bir anda içinde buluyorsunuz. Ana rahmi falan yalanmış işte ben orada anladım. Böyle korunaklı bir yer olamaz!



Yatma: Saat 11 oldu. Ben hala hareket etmedim yatıyorum şezlongda. İnanılmaz bir esinti var en rüzgarsız anda bile. Ya insan bir kere terlemez mi lan o kadar günde? Elime daha kitap almadım. Uykumun kalan bölümünü doldurmakla meşgulum. Kulağıma da müziklerimi takmışım. İkisi aynı zamanda olmaz sanırdım olurmuş. Rahatlık başka şeymiş. Bilemedim. Sörfçüler kafamı kaldırdığımda suya inmişler falan.

Yatma: Saat 11.30! Yerimden azıcık doğrulup çantaya uzanıyorum. İçinden kitabımı alıyorum. Kanyon'un çok satanlar şeyinde arkasını okuyup beğendiğim kitaplar bunlar. Gerçekten aşırı güzel çıktı hepsi şansıma. "Sil baştan" kitabını aldım mesela orada adam 40'ına kadar yaşayıp paso ölüp 19'unda diriliyor. Ama bütün olayları hatırlıyor. Bahisler, piyango numaraları, insanlar vb. Kuzenim de sakat olduğum gün sörfte, rüzgarsız günde de ipoduna yüklediği lectureları dinliyor. Entel entel sanat tarihi, Beethoven piyano sonatları lecturelarının yanında her seviye İspanyolca öğrenme podcastleri de vardı ki hastasıyım. Upper-intermediate dinliyordu kardeşiniz tabii ki dersleri (sonra zorlanıp intermediate'e döndüm kuyruğumu kıstırıp). Yakınımıza her gün ağacın gölgesinden faydalanmak için şezlong çekiyor bikinili kardeşlerimiz ve ingilizcemizi konuşturuyoruz. Şahsen benim lafların yüzde 90'ı, "umm" "hıhı" "really?" "that's interesting" şeklinde vuku buluyor.



Yatıp etrafı izleme: Saat 12 oldu bile. Artık İspanyolca podcastleri dinlemek lazım. Durmadan hoş esinti suratımı yalarken 2 saat geçti. Önümüzdeki 36 yıl daha böyle geçebilir aslında. Kuzenin ipodunu çantadan alıp güzel bose kulaklıkları da çıkarıp başlıyorum dinlemeye. Konsept şu: 2 kişi konuşuyor sohbet ediyorlar değişik konulardan. Her podcastin bir teması var, yok efendim en sevdiğin yemekler, ispanyollarla meksiklalıların farkları gibi konular. Bunlar bildiğiniz İspanyolca İngilizce karışık konuşuyorlar. Biraz geyik yapıyorlar. Sonra alakasız birilerinden bir conversation dinletiliyor konuyla alakalı, full İspanyolca ve zor bayağı. Onu da tartışıyorlar bu gençler. Böyle göründüğüne bakmayın ciddi keyifli dinlemesi. Anlattığım 2 kişi J.P. (Ceypi) ve Lilianna. Bu salak JP paso Lily'e yavşıyor. Ama ne yavşıyor bildiğin çakasınız geliyor iki tane. Gerçi hakkı var Lily bir İspanyolca konuşmaya başlayınca karşınızda Salma Hayek'i görmüş kadar oluyorsunuz. JP hıyarı Lily'e "yaw sen gençken party animal mıydın hehe" falan dedikçe yine bir tane patlatasınız geliyor suratına. Canım Lily tabii çok iyi yürekli konuyu değiştirmeye çalışıyor hemen. İspanyolcam gelişti böyle böyle de unuttum şimdi yine. Bu arada önümüzde millet suya çıkmış oluyor, onları da izliyorum. Kazma lan bu, ben daha iyisini yaparım diyorum.

Doğrulma ve öğle yemeği: Saat 2! Dilimizi öğrendik ve acıktık çok. Bol karbohidrat zamanı! Şezlongumuzun her yerini kapılmasın diye çitalar gibi işaretledikten sonra 50 metre arkadaki restorana doğru yola koyuluyoruz. Yiyecekler spagetti bolonez, bol ekmek, 2 porsiyon patates kızartması, içecek ve canımızın çektiği herhangi başka bir şey. Etrafta, her yerde sörf tahtaları dolanıyor, yanlarında insanlar var. Bir damla bile terlememişiz. Yan masada haftasonu tatili yapmaya gelmiş 30'unda tipler var. 6-7 kişi falanlar, 'ay hadi çocukluğumuzda sevdiğimiz filmleri tartışalım' falan yapıyorlar ki klişe timi ne olur çabuk gelsin Allahım diyoruz. Tek derdim onlar olsun zaten. Sınav yok, ders yok, sorumluluk yok, İstanbul bin derece, millet stajda ve benimki bitmiş, ben burada keyiften geberiyorum. Evet yemek bitti. Biraz kestirmek lazım değil mi, yemekleri sindirelim biraz. Yine gömüldüm şezlonguma. Işığı engellesin diye yüzüme havlu koyuyorum.



Burada bitirmek istiyorum şimdi yazıyı sevgili okurum. Senin de dikkatini çok uzun yazıyla dağıtmamak için yeni yazıyla devam edeceğim. Benim dağılıyor çünkü bu numara iyi geliyor bana. Tabii yukarıdan okumaya başlayanlar için biraz boka sarabiliyor durum o yüzden cinlik yapıp başlığa yazacağım. Hehe.


11 Ocak 2011 Salı

Hayaller...


Müjde!
Bugün 3 aydır girmediğim blog sitesinde çok yeni birşey öğrendim. Bir bloogerı izleyen insanların bloglarına onlara tıklayarak ulaşabiliyorsunuz. Hani sadece kafadan ibaret değiller o sağ köşedeki tipler. Adamlar düşünmüş, böylece bir sürü insana ulaşıp blog sörfü gibi şeyler yapılabiliyor. Selam bu arada.

Şimdi tanıdığım yegane blog yazarı olan ve 30 takipçisi olan sevgili arkadaşımın takipçilerine tıklayıverip bloglarını okudum azıcık. Bir tanesi beni acayip etkiledi sevgili okur eğer okuyorsan. Kız şöyle birşey yazmış. Aramızda kalsın bu arada bu hoşuma gitmesi de...

"beni gerçekten bi odaya kapamaları insanlarla ilişkilerimi kesmeli yemimi suyumu bi delikten bırakmalılar, yok sosyal hayat benim için fazla karmaşık."

Ya helal olsun dedim tam duygularımı yansıtmış bir baktım ki kızın yüzü tanıdık (resmini koymuş). Aha bu bizim biyoloji sınıfında. Kimmiş neymiş falan derken aha bu kız bizim liseden. Ayrıca ilkokuldan! Ulan dedim vallahi tesadüf değilmiş bu duygularım. Ben mezun olduktan sonra sevdim liseyi. Biz Kurtköy'de büyüdük abi hepimiz. Doğayı sevdik biz. İzole yaşadık. Taksim'de, Kadıköy'de, insan içinde değildik hiç. Okuldan kaçıp bataklıklara ormanlara, Ömerli barajına, Zeytin restorana gittik. Partilerde ormanında paint ball oynadık. Okulda kalıp gecenin 10'unda zifiri karanlıkta gps kullanıp bataklığı geçip benzinciye sucuk dürüm yemeye gittik (içinde İkbal vardı). Ah şu saatte duygulandım yine. Sabancı'da da pek farklı olmadı hayatım. Varsa yoksa göl, orman veya gecenin ayazında parktaki salıncakta sallanma. Ve huzurlu, özgür hayatım. Ama anlatamıyorum şu anda bile yani tam. Konudan saptım gibi oldu ama değil işte.

Dönelim hadi konuya, insan ilişkileri ve duyguları gerçekten çok fazla karmaşık bazen. Bu biraz karakter meselesi de bir yandan belki başkasına öyle gelmiyordur ama ne bileyim. Şimdi bu vesileyle hemen yukarıdaki kızımızın bıraktığı yerden devralıp genişletiyorum hayali:

Beni Como Gölü'nde bir villaya kapatın. Mümkünse aşağıdakinden olsun. Yiyeceğimi içeceğimi, kablolu yayınımı, internetimi ve NBA league pass'imi verin. Büyük HD ekran fena olmaz, gazete zaten internette, kitabı da e-bookla hallederim orada. Ahh hep kafam rahat. Sevdiğim insanlar da gelsin arada, hatta bol bol gelsinler. Bana yeter sanırım.



Bu arada biyoloji dedim 13 saat sonra biyoloji sınavım var. Üniversite kariyerimin sondan 3. sınavı. Ya o kadar bir yerimdeki sınav. O kadar umrumdaki ( serseri imajı yaratan öğrenci) . O kadar çalıştım ki... Hallederiz nasıl olsa yeaa! Hep halletmedik mi zaten. Eğitim kariyerim boyunca 550'ye yakın sınava girmişim ve kimse bana para vermedi bunun için. 5 kuruş vermediler bu kadar emeğe. Hep ailem para verdi. Sonra bir de üstüne okula para verdiler!..
İyi geceler herkese...