12 Ocak 2011 Çarşamba

Gömülmek şezlonglara.. 2 (yazının başı altta ama)



Evet psikolojik bir rahatlama yaşadınız mı? Ben de yaşadım.

Uyanma ve esneme: Saat 15.30 oldu. Bir şeyler yapmak lazım. Öbür sevdiğim kitabı da çok okudum zaten. Çabuk bitmesin o. Ve ben ne yapıyorum? Tabii ki çantamdan Paulo Coelho'nun gerizekalı kitabı Brida'yı çıkarıyorum. Zaten kısa kitap, eğlencelik gidiyor. Kitabımızda genel olarak hiçbir şey olmuyor. Bir mesajı mı var peki? Hayır o da yok. Bir tane cadı olmaya karar veren kız var. Ama gerçek dünyada yani. Kızın sanırım sorunları var biraz. Kendi gibi sorunlu garip birilerini buluyor ormanda! Bu birileri de durmadan bu kıza bir şeyler söylüyorlar. " Ruh çok önemlidir. Her yerdedir. Ama önemli olan ormanın ruhudur. Bir de çölün ruhu vardır. Bunlar 7x24 haberleşirler. Bir de şehrin ruhu vardır. Bunlar hep beraber tek , ortak bir dili konuşurlar." Bu dallamanın kitaplarını önceden okumuş olanlar bunun ne dili olduğunu anladılar eminim. Tabii ki aşkın dilini konuşurlar! İşte sevgili okurum, herif kitap boyunca böyle saçma şeyler söyleyip sonra da her boku bir şekilde aşka bağlamayı başarıyor inanılmaz bir biçimde. "Bizler büyücüleriz ayın büyüsünü yaparız. Kaderini orada bulacaksın sen! Bir de güneşin büyüsü vardır. Mevsimlerin büyüsü de vardır. Ama bunların en önemlisi aşkın büyüsüdür! " Kitabın arkasında da Paulo'nun derin derin bakan suratı var. Siyah beyaz çekilmiş elbette.


Ah shuffle'dan Sezen Aksu'nun 'Bir Başka Aşk' şarkısı başladı. Erkekler işte öyle şarkı yaparsan nah ağlamaz! Melodisi yeter oğlum. Paulo da bir dinlesin bence. Her neyse devam edelim.

Ben yırtıp parçalamadan önce kuzenim gülerek alıyor benden kitabı. Zaten durmadan etrafı izlediğim için baya zaman alıyor kitabı okumak. Haydi biraz gazete okuyayım. Ama kendime sözüm var tatil boyunca hiç gündem takip etmeyeceğim keyfimi bozmayacağım diye. O yüzden işte sabah aldığımız 150 gazetenin özellikle spor haberlerini, magazin sayfalarını, eklerini, Hıncal gibi az gündem yazan adamların yazılarını hatmediyorum. Asparagas transfer haberleriyle huzura eren ruhum çıkıp dolanmaya hazır.

Etrafta dolanma, her önüme gelenle sohbet etme ve yüzen ıslak beyinsiz köpekleri sevme: Saat 6 olmuş abi. Ne ara oldu gerçekten anlamadım. Güneş yavaşça inmeye başladı yukarılardan. Ah rüzgar da artıyor. Uzaktaki türbinler hızla dönüp memleketime elektrik üretiyorlar. Ben de azıcık koyu gezeyim. İnsanlar plajlardan çekilmeye başlıyor yavaştan. Sapsarı minicik çocuklar mamii diye bağırıp taş ötesi annelerini kuma gömmekle meşguller. Rüzgarsız da olsa yine suya çıkanlar yavaştan boardlarını yelkenlerini falan yukarı taşıyorlar. Tabii herkesle bir muhabbet oluyor. "Yarın pis fırtına kopar. Eylül'de buralar çok gitgelli gerçekten. Aa ben de İspanya'ya gidiyorum kışları İstanbul çok kalabalık." Ve binlerce değişik konuşma. Öyle ortak nokta bulunca hemen kanka olunuyor insanlarla ve tatlı ortamlar oluşabiliyor akşamları. Ayrıca etrafta öyle güzel köpekler dolaşıyor ki, sevmekten gebertiyorsunuz pis kuçuyu. Goldieler, sokak itleri, minicik yavrular, buldougumsu şeyler. Sürekli yüzüyorlar ve bazen sörfçülerle çıkıyorlar. Minik yelken ve kalın boardlarla tabii. Yavaş yavaş boardun burnundan millete "Hev hev!" yapıyorlar.

Toparlanma, oyalanma ve koydan ayrılma: 6.30'u geçiyor ve gitme zamanı yaklaşıyor. 7'de de çıkacağız. Çok dağılmışız etrafa o yüzden toplanmak biraz zor iş. Acıkmaya da başladım, of çok mutluyum. Kendimi bir zinde hissediyorum sormayın. Şaka değil yani uçuyorum hafiflikten ayrıca. Hep tekrarladığım gibi bir gıdım terleten nem yok havada. Yarın görüşmek üzere ayrılıp Çeşme'nin muhtelif koylarından birine doğru yol alıyoruz. Deniz kenarında balıkçı+sonsuz meze yapacağız.


Yemek! : Saat 7.45 civarı. Arabayı koyup biraz daha zaman geçsin diye azıcık yürümüşüz. Bacağım biraz yürürken sıkıntı yaratıyor ama geçiyor yani. Tam denizin kenarında bir balıkçıya oturduk. Konsept tam Büyükada veya Cunda konsepti. Bir sürü balık restoranı ve önlerinde garsonları mütemadiyen taciz ediyorlar önlerinden geçenleri. Arka tarafta eski taş evler falan da var tek tük. Hemen mezeye abanıyoruz. Tabağı 5 milyon. Üzgünüm ama öğrenciyiz canım. Bugün gelen taptaze alabalığınızı turistlere satarsınız. Hayvanlar gibi meze alıyorum ben özellikle masaya. Hemen sayayım aklıma gelenleri. Deniz börülcesi, şakşuka, patlıcan ezme, acılı ezme, midye tava, midye dolma, kalamar tava (tam meze değil gerçi), yoğurtlu semizotu salatası, haydari, ortaya kocaman bol zeytinyağlı çoban salata ve aklıma gelmeyenler. Denizin hemen dibindeyiz. Masanın yanından geçen kediye bir tekme geçirip su yollamamak için kendimi zor tutuyorum. Zevkten, mutluluktan hala ölüyorum. Hafifliğime zeval geldi ama çok değil. Her şey zeytinyağlı falan maşallah.


Maçlar!! : Saat 9 oldu. Siteye dönüp eve uğramadan güzel site kantinine geçiyoruz. Bildiğin kocaman restoranlı internet kafeli falan tam Sakız adasına bakan bir yer burası. Evet tatilimizin belki en hoş kısımlarından biri de basket maçlarıydı. Her gün heyecandan ve bizim takımdakiler azıcık adam olunca keyiften patladık. Büyük TV'de bizden başka izleyenler de oluyordu ama ben yorum yapmadan duramadım. Meyveli maden suyumu da içerekten her saniye yumurtladım bir şeyler. Ah evet kazandık. Pis koyduk yine. Yarın daha zorlu takım geliyor haha, ama geçeriz abi.

Eve uğrayıp biraz oyalanıp yatma: 11.30 saat. Artık uyuyalım. Yarın suya çıkacağım. İyi de rüzgar olur demişti akşam konuştuğum tipler. Günün yorgunluğundan olacak hemen uykuya dalıyorum. Sörflü gün ile devam yarın.

İyi geceler çok!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder