4 Şubat 2010 Perşembe

Biraz şehri gezdim


Dün sana tepeden baktım aziz İstanbul
Epey tepeden baktım
Ortasından kırılmış bisküvi gibi kırık ve keyifli gözüküyordun

Kırık bisküvi ve suların içinde yüzüyor. Ne hoş betimlemeler, hikayeler çıkar buradan uğraşılsa. Fakat şu an bunlarla pek ilgilenmiyorum. İlgilendiğim şey İstanbul'un gezilmesi gerektiği. Gezin bence. Ben de gezeceğim ama fırsat olmuyor. Gidilecek o kadar yer, görülecek o kadar çok manzara var ki, şaka gibidir buralar. Her yerin ayrı kişiliği var, her ilçesi ayrı psikopattır. Maalesef Avrupa yakasındaki yerler daha bir psikopattır. Anadolu insanını hüzünlendirir bazen bu. Sadede gelecek olursak, sadedimiz şu. I want to take you to a guided tour into the streets of İstanbul! Şöyle bir etrafı tanımak ve daha önce bakmadığınız veya benim de bakmadığım şekilde bakmak buralara. Şimdi, Nişantaşı İstanbul'un en elit sokağı olarak bilinir. O zavallı genişliği ve tıkanıklıkları nedeniyle kendisine cadde demeye dilim varmayan bu yerin çeşit çeşit girişi vardır. Ayrıca kendisine metro dahil birçok farklı araçla ulaşılabilir. Biz yürüyeceğiz. Ya da bu koşulda ben yürüyorum. Vapurdan inip Beşiktaş sırtlarına doğru yol almaya başlıyorum ilk önce. İlk hedefimiz karşıya geçip sola dönmek ve kokoreççiye doğru yol almak.



İnsan kalabalığı acayip boyutta olduğu için arabaların önüne fırlamak bir hayli eğlenceli ve güvenli oluyor. Yol üzerinde gördüğümüz ilk zavallı mekanımız Alkim mi Alkım mı olduğunu hala öğrenemediğim sevgili kitapçı. Mekan o kadar hüzünlü ve yalnız görünüyor ki oradan kitap alıp okursam ben de öyle hissetmeye başlarım diye korkuyorum. Kenara kuytuya atılmanın yaşayan sembolü gibi, rezalet. Kokoreççiyi geçiip biraz daha gidip sağdan Akaretler'e dönüyoruz. Buradan itibaren şapır şapır terlemeyeceğimizi varsayıyoruz çünkü durmadan tepe çıkacağız.
Unutmadan belirteyim, Akaretler 10 saniye önce geride bıraktığınız yerden tamamen ayrı bir dünya.


2. Abdülhamit'ten kalma o iki sokaklık yeri Serdar Bilgili o kadar güzel yeniletmiş ki özel jetine atlayıp Monaco'ya gidesi geliyor insanın girer girmez. Yukarı çıkarken Kelebek'te bolca okuduğunuz cafeleri, barları görüyorsunuz. Tamam ben de görüyorum! Sonra Onur Baştürk'le Cengiz Semercioğlu'nun tipi aklınıza geliyor ve gülmeye başlıyorsunuz. Yürüyüş yaptığımıza göre zaman da belirleyelim. Akşam üstü olsun. Şöyle hava tam kararmak üzere. İnsanlar iş çıkışı bir şeyler içmeye gelmişler. Dışarısı çok dolu olmasa da içeriler cıvıl cıvıl gözüküyor. Hatırlatalım mevsim hala kış. Yukarı doğru, küçük binaların ardından plazalar belirmeye başlıyor. Sol tarafta kurtarılmış bölge olarak minnacık bir park ve içinde hoş heykeller mevcut durumda görüşümüzü bekliyorlar. Park o kadar çok suistimal edilmiş ki sonunda dayanamayıp etrafı çevrili bir köpek tuvalet yeri açmışlar. Akaretler'de yavaş yavaş bitiyor. Ben de yavaş yavaş uyuyayım. Gerisini de yarın anlatırım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder